1 Ağustos 2009 Cumartesi

Ebedi Aşkın Işığı

Seneler önceydi…
Denizaltında görevli asker, Çanakkale’de yaşayan bir kıza sevdalanmıştı.
Evlenmek için askerliğin bitmesini bekliyorlardı. Asker Çanakkale boğazından geçecekleri zaman yavuklusunu arıyor ve tahmini geçiş saatini bildiriyordu. Sehir genellikle gece oluyordu. Çanakkale yakınlarına gelindiğinde asker, komutanlarından ricada bulunarak köprü nöbetini alıyor ve sevgilisiyle haberleşme ışığıyla mesaj gönderiyordu. Kız da saat kaç olursa olsun elinde bir fenerle denizaltından gelen mesajı yanıtlıyordu.

Akdeniz’deki bir tatbikattan dönmeden önce sevdalı asker yine nişanlısını aramış, sabaha karşı 03:00 sularında Çanakkale boğazından geçeceklerini bildirmişti. Kız, elinde feneriyle sahile çıktı. O sırada denizaltı konvoyunun ikinci gemisindeki komutana güverte subayından bir mesaj geldi. “Komutanım, sahilden ışıklı mesaj gönderiyorlar, ne yapalım” !!!!



Komutan, mesajın yarım saatlik mesafeyle önlerinde seyretmekte olan denizaltındaki genç askere gönderildiğini anlamıştı. Çünkü bu”Pırıltılı” aşktan neredeyse bütün filo haberdardı. Gemi Komutanı “Bizim deli kız geç kalıp denizaltıları karıştırdı herhalde . Ama yanıt vermezsek de sevdiğini merak eder.” Diye düşünüp güverte subayına sordu:” Ne mesaj gönderiyor?” Subay “Seni seviyorum diyor efendim” diye yanıtladı. Komutan hiç tereddütsüz emrini verdi: “İyi, sizde şöyle mesaj geçin: Ben de seni seviyorum. Ebediyete kadar…”



kızın mesajını ulaştıramadığı denizaltının ismi Dumlupınar’dı. Ve bu mesajdan 25 dakika önce Nara burnu açıklarında Naboland isimli İsveç bandıralı şileple çarpışarak batmıştı. Şehit olan 81 denizcinin arasında kızın sevdalısı olan askerde vardı. Kız, bu acıya dayanamadı ve hayatına son verdi..
Çanakkale’liler bazı geceler sahilde sahipsiz bir fener ışığının bir aşağı bir yukarı gezindiğini söylüyorlar
“Ebedi aşkın ışığı” olarak…

AŞK GİDER ACISI KALIR

Aşk için bahar.Tehlike her yerdedir…Vuruluverirsin hiç ummadığın birine.Ama öyle çarpar ki kalbin, duracak gibi aldatır seni.Bahardan sonra yaz gelir…Hepimiz biliriz, sabun köpüğü gibidir yaz aşkları.Bence öyle basit değil.Henüz silinmedi hiçbirinin yarası benden.
Aşk gitti ama acısını bıraktı, iz kaldı.Güz aşkları mevsimine dönünce dönence, pencereye sinmiş insanlar gelir gözümün önüne.Ve yavaş yavaş görünürler etrafta.Kimi yaza girerken terk ettiği aşkını, kimi yaz aşkını düşünür.Kimi ayrılık planlar ama hala yüreği yanar.
Kimi terk edilmişliği sindirmeye çalışır.Çok azdır taze aşk yakalayan. Sanki bir doğum öncesi ölüm gibidir.Sonra kış gelir.Kimi yüzsüzler yazın hiç aldatmamış gibi eski sevgilisine döner;kimi sadıklar kavuşur…Kimi yalnızdır, kimi yorgun…O yorgunlar için kış uykusu başlar…
Belki de taze baharlara, taze aşklara enerji depolarlar…Aşk dört mevsimdir herkesin sözlüğünde.Ama nedense bana bu anlattıklarımı çağrıştırmaz.Saçmaladım belki de bir paragraf boyu.Yalan attım.Aslında doğru olsalar bile yalanlardı çünkü, hissetmediklerimi yazdım.Ezbere konuştum.Aşk , kelimesi içimde gebe olduğum bir kelimedir.Her duyuşumda doğum sancısı çeker, doğuramam.Ama gözlerimin önüne o gelir.Sadece bir bakışına karın ağrıları, suyla yatışmalar.Bir tebessüme ömür bulmak.İtiraf.Saatler süren telefon konuşmaları.İlk duygular, çocuksu güzellikler.Ve sonra…..
Nefessiz kalmacasına ağlamalar.Izdırap çığlıkları…Kış..Kış..Kış….. Azap….Ve sonunda doğan gün….Hemen her mevsim aşık olmuşumdur birilerine….Hatta sonbaharda bile…Ama onca ufaklı büyüklü sevda içinde, böylesine derinde var olan,böyle yaktı mı iz bırakan, bu kadar çaresiz bırakan,bu kadar arzu illetine hasta eden, bu kadar dizginsiz, sorgusuz,başına buyruk, acımasız, bu kadar bugünsüz sevda görmedim.Ve işte hiç biri böyle koyup, böyle yıkıp gitmedi.Ondan önce hiç biri içimden bir şey götürmemişti.Ondan sonrası zaten götüremez çünkü, götürülecek bir şey kalmadı..İşte o insan, beni aşka karşı böyle kelimesiz böyle hayretli, böyle çaresiz, isteksiz bırakıp gitti..Şimdi ben nefretten bile aciz isem bana bir şeyler borçlu.İçimden söküp aldığı bir şeyleri.Bana beni borçlu.Herkesi seven o sersem yüreğimi..Benden alıp kaçtığı o masum kızı borçlu.Bana bir dün, birde yarın borçlu.Benim ne günahım vardı da aşk için üç kelime etmekten aciz kalacaktım.Benim ne günahım vardı da her mevsim başka meyve yemek varken iştahsız kalacaktım.Yoktu elbet günahım..Onunda yoktu ya..Öfkem susmama engel…
Ama ikimizin de suçu yoktu…Suçlu yoktu..Benim mevsimim sonbaharsa, yaza, kışa, bahara dönmez…Benim gibilerin nasibi pencere önüne sinip, mazide yaşamak,kendinle kanlı bıçaklı düellolar yapmak…
Kendinle savaşmak , hırpalamak…
Yaptığının farkına varıp ,bir de üstüne onun için cezalandırmaktır.

Platonik Aşk Mektubu

Sana uzaktan bakıyorum. Sana bakmak inanılmaz mutlu ediyor beni. Sen gidince aklım da senin peşinden sürüklenip gidiyor, yüreğim de.. Yanında biri mi var, ona bir şey mi söylüyorsun, onunla gülüyor musun.. içim yanıyor. Ama senden sonra gördüğüm o insan birden senden biri oluyor. Senin baktığın her yer artık güzel, senin konuştuğun her insan, özel oluyor.

Sen evine şu yollardan gidiyorsun. Ardından yürüyorum. Beni fark etmiyorsun. Önünden geçtiğin evlere, gölgesinde yürüdüğün ağaçlara, her gün bindiğin otobüse bakıyorum. Senin gözünle bakıyorum. Sen yokken de o yollardan defalarca geçiyorum. Senin kokun, senin havan, senin auran sinmiş havaya.. Sanki seni soluyorum.

Akşamları ne yaparsın acaba? Sofraya oturduğun zaman yanında kimler var? Hangi yemeği severek yersin, neyi sevmezsin? Kitap okur musun? Hangi kitapları seversin? Ne tür filmlerden hoşlanırsın? Televizyon izler misin? Gece sokağa çıkar mısın? Arkadaşlarınla en çok neye gülersin? En çok kim kızdırır seni..Hangi futbol takımını tutarsın?

Bilmeliyim. Senin hakkındaki bütün ayrıntıları öğrenmeliyim. Çünkü ben de o filmlere gideceğim, ben de o dizileri izleyeceğim, ben de o yemekleri seveceğim ya da nefret edeceğim. Bilmeliyim. Baştan kuruyorum dünyamı. Seninle yaşamaya başlıyorum.

Onca kalabalığın içinde, karmaşık yaşamın ortasında eğer sen varsan daha seni görmeden bir kuş gibi çırpınmaya başlıyor yüreğim. Bir ışık çarpıyor yüzüme, bir sıcaklık yürüyor göğsümde. Anlıyorum ki sen varsın. Sen ordasın. Sen gelmişsin. Bakmadan, başımı çevirip seni görmeden varlığının farkındayım.

Ey uzak uzak baktığım.. göz göze gelmeden, saçını okşamadan, değil bir rüyayı bir cümleyi paylaşmadan sevdiğim sevgilim. Bir aşk filiz verdi, fidan verdi, kök saldı içimde. Onu sana göstermek için ömrümü veririm.

Sadece Ölünce

İmkânsız dediğimiz şeylere çözüm yolu bulmak imkânsız değildir.”
Bu satırları karaladı defterinin boş sayfalarından birine. Aslında bütün sayfaları boştu defterinin. Kim bilir en son ne zaman not tutmuştu girdiği her hangi bir derste. Uzun zamandır derslere girmez olmuştu ve derse girdiği zamanlarda da yaptığı şey bir şeyler okumak ya da bir şeyler yazmak oluyordu.
Canı sıkkındı uzun zamandır ki bu can sıkıntısı içindeki karanlığın gittikçe büyümesine sebep oluyordu. Acımasız bir tümör gibi yayılıyordu bedeninin her bir zerresine. Onun ışığı yoktu. Karanlığa mahkûm gibiydi aylardır. Işığı gördüğü vakit kaçıyordu arkasına bakmadan kendi karanlık dünyasının derinliklerine doğru.
Hiç ışığı olmamış mıydı peki onun? Tabii ki olmuştu zamanında. Dünya üzerinde mevcut olan ve göze en tatlı gelen, en hoş ışık ondaydı. Aşk ondaydı aylar önce, karanlık dünyaların vazgeçilmez parlaklığı.
Gidenin arkasından bakakaldı saatlerce, gidenin arkasından ağladı günlerce ve gidenin arkasından “gideni” yazdı satırlarca. Karanlığ a teslim etti kendini müebbedi kabul edip. Uzanan her bir yardım elini fütursuzca geri çevirdi, gözyaşlarını silmek isteyen her elden kaçtı, o elin nereden geldiği bilmeden.
Kırk dakikalık gerilim halini alan, katılmak zorunda olduğu derslerde bunaltılarla mücadele ediyordu her gün. Okuldan çıkıp karanlık dünyasına doğru yol alıyordu bir an bile beklemeden, her gün. Gün ışığı katlanılmazdı, insanlar katlanılmaz ve sahteydi onun için. O ise aylar önce inmişti bu yalancı sahneden ve teslim etmişti kendini bir bilinmeze. Herkes ölmüştü, herkes ölmüştü ve ciğerleri oksijenle dolan herkes ölümü çoktan tatmıştı aslında.
Sadece koşuyordu karanlığa ulaşabilmek adına. Bir toplu taşıma aracıyla daha hızlı kavuşabilirdi karanlığına fakat o koşuyordu durmadan. Aylardır kulaklarında çınlayan, sevdiğinin sesini bastırabilirdi araçların gürültüsü, korkuyordu. Bayılacak gibi olana dek koşuyordu. Amaçsızlık derman bırakmamıştı fakat o bunlara rağmen koşuyordu ciğerlerine nefes gibi dolan aşk ile birlikte.
Ne demişti sevdiği ona? İmkânsız! Fakat imkân dâhilinde olmayan hiçbir şey yoktu ona göre. “Birbirimize sahip olmamız gibi bir durum, ikimizde ölmeden mümkün olamaz.” Böyle demişti aylar önce. Ne demekti ki bu? Yani ikisi de ölürse birlikte olabilecekler miydi? Kesinlikle!
Bir saat içinde sayfalarca yazdı, yazdı, yazdı… Duvarlara yazdı, bağırdı. Kâğıtlara yazdı, ağladı. Kollarına yazdı, kanattı. Duvarlarda onun adı vardı, kâğıtlarda ve kollarında da. Her yerde o vardı.
Karar verdi…
Vakit kaybetmeden sırt çantasını alarak sevdiğinin oturduğu eve doğru koşmaya başladı. Kaybedecek bir saniyesi bile yoktu. Saatlerce koştu, bir an bile durmadı. Aşk nefes olup dolarken ciğerlerine, özlem bir anne oldu ve bir anne şefkatiyle bez koydu terli sırtına.
Kapıyı çaldı…
Kapıyı açan sevdiğiydi ve onun gözlerine bakarak “İkimizin ancak ölünce birlikte olabileceğini söylemiştin hatırlıyor musun? Bundan sonra hep birlikte olacağız” dedi ve apartmanın merdivenlerini çıkarken sırt çantasından çıkardığı silahla önce sevdiğine, sonra da kendi kafasına bir el ateş etti.
Kana bulanmış merdivende yatan cesedi gülüyordu…

nedenini Bilmiyorum Ama Kendimden Çok Utanıyorum

“9.sınıf
Şu an dersteyiz yanımda dünya güzeli bir kız oturuyor.
Yüzüne bakmaya kıyamıyorum, onu ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor?
O benim en yakın arkadaşım. Beni sadece arkadaşı olarak görüyor.
Nedenini bilmiyorum ama kendimden çok utanıyorum
10. sınıf
Evdeydim, beni arayıp erkek arkadaşı ile tartıştığını ve bana ihtiyacı olduğunu söyledi
Sonra bize geldi ve bana sıkı sıkı sarılıp ağladı.
Şu an dizimde uyuyor saçalarını okşayıp o gül yüzünü doya doya seyrediyorum. Ben onu o kadar çok severken o beni arkadaşı olarak görüyor.
Nedenini bilmiyorum ama kendimden çok utanıyorum
11.sınıf
Mezuniyet balosu.
Onunla çocukluğumuzdan beri arkadaşız.8.sınıftayken birbirimize söz vermiştik. Lise sonda mezuniyet balosuna gideceğiz, eşimiz olmazsa beraber gideceğiz diye.
Beni aradı ve erkek arkadaşını hastalandığını gelemeyeceğini söyledi. Ve beraber gidebilir miyiz? diye sordu. Kabul ettim ve onu evden aldım.
Balodaki en güzel kız oydu, tıpkı beyaz bir melek gibiydi.
Gece boyu dans ettik. Kollarımdayken hep aynı şeyi düşündüm. Onu çok seviyordum. Gecenin sonunda onu evine bıraktım. Beni yanağımdan öpüp en iyi arkadaşı olduğumu söyledi. Onu gerçekten seviyorum ama o beni arkadaşı olarak görüyor. Ona onu sevdiğimi nasıl söylerim?
Nedenini bilmiyorum ama kendimden çok utanıyorum
Aradan yıllar geçti.
Şimdi o canımdan çok sevdiğim meleğimi toprağa veriyorum.
Özel eşyalarının arasında kara kaplı bir defter çıkmış. Bana verdiler.
Okuyup okumakta kararsız kaldım. Açtım bu bir günlüktü. Ve bir sayfasında şöyle yazıyordu.“Şu an dersteyiz ve yanımda dünya yakışıklısı bir çocuk oturuyor. Yüzüne bakmaya doyamıyorum. Onu ne kadar çok sevdiğimi bilmiyor. Beni arkadaşı olarak görüyor. Erkek arkadaşım olduğu yalanını söyleyerek ve sürekli onunla ilgili yalanlar uydurarak yanında olabiliyordum. Onu canımdan çok seviyorum. Bana bir kere seni seviyorum deseydi dünyalar benim olurdu.”
Ben bu satırları okurken meleğimi çoktan gömdüler. Hıçkırıklarımı tutamıyorum. Gözümü mezarından alamıyorum. Merak etme biriciğim ben de seni seviyorum.